Konu: Ve Sen Hala İlk Günkü Gibi Çarş. Haz. 02, 2010 6:17 pm
Yaradır her ayrılık yürekte, kapanırsa ne mutlu yarası olana.. Galiba, sondan başlamalı bazen anlatmaya, neden hüzünlü bir veda şarkısı gibi durduğunu önceden bilmeli yakınlar / yabancılar..Sorular, hesaplaşmalar olmamalı varsa da yok edilmeli, gülün albenisine erişmeyen tomurcuk kalabilmeli insan.
Vazgeçmeyi erdemden sayıp;
Kim,nerede,ne zaman,nasıl..Hatayı arama soruları bunlar.Çok zaman önce çıkardım çok şıklı cevaplarla esir alınmış hayat kitabından bu soruları,bir gün aynı sorularla yüz göz olmamak için.
Gidince sen,birçok şeyi kabullenmek zorunda kaldım
Bitmeyi öğrendim evvela, insanların yazık diye kokan bakışlarında başım dik gezmeyi denedim. Ben yeni emekleyen bir bebektim onlar benim emeklememle sevinen bir avuç insan.
Acısı surete bürünmüş bir ayrılığın iki bedeniyiz artık seninle, üstelik simalarımız unutulmaya yüz tutmuş. Bu yüzden tozlanmış çerçevede sıkışmış resim batmıyor artık yüreğime ve kanatmıyor yokluğun. Histen öyle arınmış ki bedenim, hissizliğimin sebebi olduğunu görmem üzüyor beni. İşte bunca yokluğun / yok olmuşluğun içerisinde damarlarımda varlığını hissettiğim son gücümle..
“Neye anlam olmak istesem, bizden bir tasvir oluşturmayı denesem, bir düşün gölgesinde mutluluk hayal etsem hep o yavan bir tat kalıyor içerimde bir yerlerde.
Üzgünüm.. Tadın damağımda kalamadı..
Nerdesin sevgilim, bağcının kovduğu bülbülün ruhunu mu çaldın yoksa habersizce..Uzun geceler,geçmek bilmeyen akrep yelkovan arası yollarda ben hep bir şeylere sığdırmaya çalıştım seni. Bilmiyordun, görmüyordun, en kötüsü hissetmiyordum..
Oysa, can cana yoldaş olunca Anladım, bildim ki;
Ben senin için biliyor,görüyor ve hissediyordum..Belki de bu yüzden hep seni olmaz düşlerin içinde saklambaç oynayama mecbur bıraktım,ebe oldum bilerek sobelemedim seni. Sen saklandığın yerde unuttun hafızanı bense bilerek hapsettim yüreğimi hafızana..
Her şahitlik eden, bir gözyaşı bağışladı masala. Ve biz seninle kaybolduk gözyaşı deryalarında..
Farklı iklimlerin yaşandığı farklı coğrafyalara düşen yağmur damlası mısın sen? Ben neyim, ne haldeyim? Tasvirsizliğiyle yaşamaya mecbur bırakılmış uçurum kenarındaki gelincik mi olmalıyım bundan sonraki serüvenlerimde..Neye dönüştürdüysem seni, dönüşümünü tamamlamadan ilk haline büründün hep. Sisli bir bulut dedim bize bazen, oysa biz bizi yap her şeyden yoksunuz farkındayım.
Bir bütün olmayacak kadar yarım, bir yarıma sığamayacak kadar da fazla…
Belli ki aklımı da sobelemeyi unuttum oynadığımız oyunda, acı çok acı..
Acı : Acıyla olan sevişmeleri, kimsenin görmeye gücünün yetemeyeceği yürek odalarında şipşak zamanlarda gerçekleştirdim senden sonra. Senin olduğun zamanlarda kadınsı duygular kaf dağının ardında saklıydı ve ben çocukluğun siperiyle korunuyordum ucuz ve yaralayıcı sevişmelerden.
“Yürek, şuh kırmızısıyla kandan daha kırmızı tüllerle bezeli tek kişilik yatak. O yatakta terk edilmiş bir beden ve ona ısrarla sahip olmak isteyen kişiliksiz acı..”
Gözleri keder rengine çalan bebek doğdu bir gün,adı oldu hüzün..
Zamanın içine hapsettiğimiz kabullenilmez yenilgiler, kazanacağımız zaferlere anahtardı. Anlaması zordu, ayrılığın yolu bu yüzden meşakatli bu yüzden uzun oldu. Kendi yolumda yürümeye başladığımdan beri düşüp kalkmayı ,sızlanmamayı, kanayan yaralarımı kendim sarmayı öğrendim. Ağlamalarımı, güçsüzlüğümü bıraktığım durak çok gerilerde kaldı biliyorum ve ben o durağı hatırlayamayacak kadar yorgunum artık.
Kalbimde bir kabir azabı, Dudaklarımda son öpücüğün yanık izleri Ve sen hala ilk günkü gibi..